Xavier’in arkadaşı –ve Gözde’nin Paris’teki kurtarıcısı- Eric ve onun seyahat kankası Nicole geçenlerde evimizi şenlendirdiler. Yürümeye ve keşife olan iştahları, arıların keçiboynuzu ağaçlarına olan düşkünlüğüyle eşdeğer bu iki Fransız –ki sanırım bu ‘fit’ olma ve asla yorulmama durumu Fransızlığın özünde var- gelir gelmez dağlara tepelere tırmanmak, gök mavisi denizlerle yıkanmak istediler. “Hayhay” dedik, döküldük tekrardan yollara… Önce saklı kalmış plajlarımızı paylaştık onlarla, sonra ormandaki kuru nehir yolunu yürüdük beraber. Güneşin en ahenkli danslarına şahit olduğumuz bayraklı tepeyi hedeflerken birden bir kanyon çıktı karşımıza. Evimizin bu kadar yakınında kimseye sezdirmeden, sessiz sedasız varlığını sürdüren kanyonun gözlerinde “Allah aşkına daha sık gelin koynuma” der gibi bir mana gördüm.
Eric, Nicole, komşumuz Halil İbrahim dede ve biz sabah kahvaltısında
Yalıçiftlik’in yakında imara açılacağını söylediğim Eric yürüyüş boyunca bana diyordu ki “Böyle yerler mutlaka olduğu gibi muhafaza edilmeli.” “Onu biliyoruz da Eric” dedim “Köylüler bu durumdan son derece memnun, zira bu imar izniyle gelirlerinde önemli bir artış olacak.” Eric: “Artık insanlar tatile çıktıklarından beş yıldızlı otellerde kalmak istemiyorlar ki… Tam da burası gibi sakin, ruhlarını dinlendirebilecekleri bir yer aradıkları. Ama o dev binaları diktikten sonra artık saf doğaya dönmek çok zor. Zamanında Fransa da aynı şeyi yaptı, şimdi ise hatasını anladı ve konulan katı kurallarla mümkün olduğunca gerçek doğaya dönmeye çabalıyor… Aynı şeyi Türkiye’nin de başına geliyor gibi geliyor bana. Keşke insanlar başkalarının yaptığı hatalardan ders çıkarsalar…”
Ormandaki nehir yolu ve zeytinlik
Bayraklı manzara noktası
Sonra uzun uzun kahvaltılar ettik Eric ve Nicole ile beraber. Nicole, altmış yaşlarında bir ilkokul İngilizce öğretmeni. Hippilerin Avrupa’dan Hindistan’a kadar süren uzun ve maceralı yolculukları dönemine yetişememiş ama ondan hemen sonraki neslin çiçek çocuğu Nicole. Fransız bir kadın arkadaşıyla beraber Fransa’dan Afganistan’a kadar karayoluyla gitmiş otuz yıl kadar önce. Kimi zaman grotesk bir tiyatro oyuncusunun tavırlarını andıran sesi ve mimikleriyle türlü ilginç hikayeler paylaştı bizimle. İstanbul’da hippilerin buluşma noktası olan ve çiçek çocuklar arasında muhteşem pudingleri nedeniyle “Puding shop” diye ün salan lokantayı (ki bu restoran Lale restoran adıyla hala Sultanahmet’te varlığını sürdürüyor!), cep telefonunun ve internetin olmadığı devirde Puding Shop’ta isteyenin mesaj yazdığı panoyu, kendisi de buradaki bir ilan sayesinde Afganistan-Kabul’e giden bir araç buluşunu ve uzun ama ziyadesiyle renkli seyrini anlatıverdi bir solukta.
Nicole bana fosil taşları gösterirken
İlk ekmeğim!
Lafın kısası, Yalıçiftlik’te günler bir salyangoz yavaşlığında akıp gidiyor. Komşum Elif Teyze tavukların verandasına pislemesinden şikayet ediyor, bahçedeki ada çayı “Artık toplayıver beni!” diye gözümün içine bakıyor, köy düğünleri sezonu havaların serinlemesiyle beraber sonuna yaklaşıyor, Seda ve Xavier evin işlerini her gün biraz daha yoluna koyuyor, Xavier evin tüm kapılarını büyük bir metanetle maviye boyamış olmanın haklı gururunu yaşıyor, Seda ilk cevizli ekmeğini yapıyor, şifalı otların kadim dostu, ruhunu Halikarnassos’a emanet etmiş İlhan Berk’e her gün bir kez daha aşık oluyor ve ikisi de buraya taşınarak ne kadar doğru bir karar verdiklerini yeri geldikçe birbirlerine tekrarlıyor.
Ve burayı her geçen gün biraz daha artan bir muhabbetle bağırlarına basıyorlar.
Şu sınav bi geçsin gelcem ben
Ne zaman istersen Özlem, çok mutlu olurum, ikinci evin gibi düşün..
Maceralarınızı takip ediyorum. Xavier e selam!
Aaa çok sevindim Güneş, yaa bak senin evinde başlayan macera nerelere kadar vardı
Sedacım, muhteşem bir yer ! Oraları bırakıp , iş için gitmeler ve dönüşler tekrar oraya nasılsa diimi……..ekmek nefis görünüyor, eline sağlık ! Xavier’e selam , sevgiler ikinize!